29 Ocak 1988 tarihinde, soğuk bir kış akşamında dünyaya geldim. Ağzımdan ilk çıkan sözcük, çoğu bebek gibi “ınga” oldu. Sözcüklerle yolculuğum işte böyle başladı.
Literatürde adı “Osteogenesis Imperfecta” olan, Türkçede “cam kemik hastalığı” denen bir genetik rahatsızlıkla doğdum. Anne-babama söylenene göre bu hastalık 10 milyon bebekten sadece birinde görülüyordu. Büyümem, uzun süre yaşamam imkansızdı. Bu hastalığa sahip olan insanların kemikleri çok çabuk kırılıyor, vücutları gelişemiyordu. Bende de öyle oldu. Bebekliğim ve çocukluğum boyunca pek çok kırık yaşadım. Ameliyatlar geçirdim. Yaşamımın bu bölümü doktorlar, sargı bezleri ve kaynayan kemiklerle geçti.
4 yaşında, bisküvi paketinin üstündeki “Cici Bebe” yazısını heceleyerek okumayı söktüm. Hayatımı iyi yönde değiştiren de bu oldu. Hastalığım sebebiyle okula kabul edilmedim. (şimdi düşünüyorum da, iyi ki okula gitmemişim) Eve gelen özel öğretmenler ve örgün öğretimle yıldızım hiç barışmadı. Ama tam bir kitap kurdu olan annem sayesinde kitaplar ve dergilerle tanıştım. Okudukça daha fazlasını istiyordum. Daha çok bilgi… Diyebilirim ki: yaşamakla ilgili pek çok temel meseleyi kitaplardan, edebiyattan öğrendim.
Hastalığım fiziksel olarak hareket kabiliyetimi kısıtladı, ama zihnimdeki hareketliliği durdurmadı. Hatta daha çok arttırdı. Her çocuk gibi koşup oynayamadığım için içimdeki enerji zihnime akıyordu. Okuduklarımın da etkisiyle, kendime hayallerle dolu bir dünya kurdum. Kafamda hikayeler türetmeye başladım. Ergenliğe yeni girdiğim yıllardı. İlk yazılarımı, denemelerimi, öykülerimi bu dönemde yazmaya başladım.
Yazılı ve görsel basın için her zaman ilgi odağı oldum. Bazı yerel gazetelerde röportajlar yaptım. Televizyon kanallarına çıktım. Bu dönemde bazı yazılarım yerel gazetelerde, özellikle de rahmetli Sinan Tanyıldız’ın yönetimindeki Hürriyet Çukurova’da yayınlandı. Yazılarımı noktasına, virgülüne dokunmadan yayımladığı ve beni yazmaya teşvik ettiği için Sinan abiyi sevgiyle, özlemle anıyorum.
Tabii, basınla ilişkim her zaman bu kadar iyi olmadı. Engelliliğimle ilgili farkındalığım gelişmeye başlıyordu. Beni sadece “tekerlekli sandalyeye mahkum bir engelli” olarak göstermeye çalışanlara karşı da mücadele veriyordum.
2011’de Altın Koza Film Festivali vesilesiyle tanıştığım Işıl Özgentürk, öykülerimi “Çehov’vari” buldu ve daha çok yazmam için beni teşvik etti. Aynı yıl Adana Büyükşehir Belediyesi’nde işe başladım. Boş kalan her anımda öykü yazmaya devam ediyordum. İşim nikahlı karım, öykücülüğüm ise metresimdi.
Bugün halen Adana Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmaya ve öykü yazmaya devam ediyorum. Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı 1. sınıf öğrencisiyim. Simba adlı kedimin babası, kelimelerin işçisi ve profesyonel bir hayalperestim.